Belki dile kolay ama geriye dönüp bakınca ne zorluklar yaşandı kim bilir… Yıldırım Mayruk 50. meslek yılını birbirinden harika parçalarla başımızı döndürdüğü bir defileyle kutlarken bu koşturmaca içinde bizi evinde ağırladı, keyifli sohbeti, hazırladığı nefis yılbaşı sofrası ve köşesiyle de kapağımıza damgasını vurdu. Tüm detaylarıyla sayfalarımızda…
Ona bir elbise için gelenler aslında bir hayal, bir estetik anlayışı, bir bakış açısı ve hatta “anılar” satın alıyorlar. Üstelik bu öyle alelade, maddiyatın başrolde olduğu bir alışveriş değil. “Satın almak” söylemi yanıltmasın; manevi yönü oldukça kuvvetli Yıldırım Mayruk’un. Barbaros Şansal ile kurdukları büyüleyici dünya sevgi, saygı, estetik, dostluk ve mutlaka “iş iş iş” ile dolu. Hem defile hem de ev değişikliği telaşında bize vakit ayırıp hazırladıkları nefis sofranın etrafında hem dekorasyondan hem de hayattan tatlı tatlı bahsediyoruz.
Bizim için hazırladığınız bu masayı biraz anlatır mısınız?
Biz alaturka yemeği sevdiğimiz için bir börek, zeytinyağlı yemekler, yılbaşının vazgeçilmezi bir hindi olabilirdi. Ben de genelde tek çeşit yemek yemeyi seviyorum ama evde yardımcı kızımız çok çeşit yaptığı için kilo alıyorum. “Tête-à-tête” bir masa düzeni bu. Normalde kalabalık yemek yemeyi severiz. Yılbaşı yemeğinde ben, kızım, oğlum, Barbaros ve Barbaros’un kardeşleri olur normalde. Yoksa biz iki kişi asla yemek yemeyiz. Misafirimiz de çoktur. Ben kalabalık bir ailede büyüdüm. Bizim evde her zaman yemeğimiz hazırdı, misafirsiz yemek çok az olurdu. O yüzden benim öğrendiğim şey, bir evde dört kişi varsa beş altı kişilik yemek yapılır. Ben misafirimi sokakta ağırlamam, ailemden gördüğüm gibi evimde ağırlarım. Şık bir masada yemek yemeyi seviyorum, daha dinlendiricidir üstelik. Dışarıdaki yemeklerde müzik sesinden rahatsız oluyorum. Yanındaki insanla konuşamayacaksan ne anlamı var ki?
Vazgeçemeyeceğiniz neler var bu evde?
Eşya toplamaya ilk olarak eski bakır güğümlerle başlamıştım ama artık benim için bir kıymetleri kalmadı. Öylece duruyorlar ve çok yer kaplıyorlar. Kırılacak eşya sevmiyorum, çünkü üzülüyorum yerine koyamayınca. Malım çok kıymetli değil ama eşyam çok kıymetli. Bu sandalyeler benim için çok önemli, çok seviyorum onları. Eşyamı, evimi çok seviyorum. Zaten sürekli evde vakit geçiriyorum. Sayısız masa örtüm var, koleksiyon bile sayılabilir. Hiç uzun masam olmadı, hepsi yuvarlaktı. Örtülerimin hepsi el işi, onlar da çok önemli benim için. Her ebatta ve şekilde örtüm var ama kullanmıyorum. El işini seviyorum ben. Diktiğimiz elbisede de böyle çalışıyoruz. Masa örtülerini atölyede davet verdiğim zaman kullanıyorum çok nadir. On metrelik bir masa kurabiliyorum mesela. Yemek kitapları topladım. Çok istedim bununla ilgilenmeyi ama koyacak yerim yok. O sebeple artık almıyorum. Olanları da herhalde bir üniversiteye göndereceğiz. Portre resim çok severim. Evimde çok iyi ressamların portre işleri mevcut.
İş dışında bugüne kadar devam eden bir hobi olmadı mı?
Vaktim olmadı pek. Benim en büyük zevkim antikacıları, bitpazarlarını dolaşmak oldu hem yurtiçinde hem de yurtdışında. Artık ona da zamanım yok. En güzel antika eşyaları Roma’da gördüm, Paris’te de tabii. Daha az, öz şeyleri seviyorum artık. Como hayranıyım mesela, bütün seyahatlerimi oraya yapıyorum. Artık evim gibi oldu Como, aynı otel, aynı oda, aynı insanlar; eşyamı güvenerek bırakabiliyorum. Oradaki antikacılardan çok alışveriş yapıyordum ama artık söz verdim, almayacağım! Ara sıra sadece alışkanlıktan ufacık bir şey alıyorum. En son iki tane gümüş şarap altı aldım, ızgara gibi… Bir dönem yemekle ilgili çok şey biriktirmiştim; pirzola sapına takılacak parça, pudra şekeri dökmek için bir parça gibi…
Hangi mutfağı seviyorsunuz?
Ben yemek seçmem. Çocukken hiçbir şey yemezdim, sabah akşam çay içerdim. Bana bir kaşık tarhana çorba içeyim diye para verirlerdi. Bir ahbabımıza gittiğimizde sofraya kabak yemeği konmuştu. Hayatta yenilecek en son şeyin kabak olduğunu düşünürdüm ama misafirlikteyim diye yedim. Bir yerde de kereviz yedim. Beni yemek yemeğe gittiğimiz ziyaretler alıştırdı. Artık yemediğim şey yok.
Evin genelinde dekoratif ve mimari açıdan tercih ettiğiniz bir stil, dönem var mı?
Çok kavga ediyoruz o konuda! O (Barbaros Şansal) modern seviyor, ben eski seviyorum. Atölyem kadar büyük bir ev arzu ediyorum, eskiyle yeniyi karıştırmak istiyorum.
Belki yeni evde yaparsınız bunu?
Yok, ben var oldukça eşyalar da benimle kalacak. (Gülüyor; o esnada Barbaros Şansal araya giriyor ve uzaktan, “Her yer Taksim her yer direniş!” diye sesleniyor.) Evde değişiklik istiyorum, daha doğrusu evi değiştirmek istiyorum. Eskiden ayda bir kere eşyaların yerini değiştirirdim, sıkılıyorum çünkü ama bu salonda mümkün değil! Çabuk sıkılan bir insanım yoksa. Bir gece aniden tüm eşyaların yerlerini değiştirmek geliyor içimden. Eşyalarımı atamam da… Aslında çok sadığım, dostluklarıma, gittiğim yerlere… Aynı yerde oturmayı da isterim ama evde sıkılıyorum işte. Eşyalarımı seviyorum ama birileri arada yerini değiştirse çok iyi olur. (Gülüyor.) Eve girerdim, üstümde paltom, yeri oynamış eşya var mı diye bakar ve her şeyden önce onları düzeltirdim!
Peki, yeni evden bahsedelim biraz?
Taşınacağımız yerin dört tarafı bahçe ve her katı deniz görüyor. Çıt yok! Nefes aldığınızda temiz çamaşır gibi kokuyor. Sokağa çıkmıyorum artık. O kadar güzel şeyler yaşadım, o kadar güzel dostluklar gördüm ki… Şimdi ürküyorum dışarıdan, insanlardan. Genelde dostlarım evime geliyor.
Ritüelleriniz var mı?
Pek çok konuda tutucuyum. Evden aynı şekilde çıkarım atölyeye aynı şekilde girerim. Giyimim de öyledir. Geçen gün düşünüyordum, atölyedeki çocuklar “Bu ne pis adam” diyecekler diye, altımda günlerce beyaz bir pantolonla dolaşıyorum ama bilseler ki ondan üç dört tane var bende! Rahat ettiğim kıyafetle dolaşmak istiyorum, o yüzden de sevdiğim bir parçadan çok sayıda alıyorum. Masa örtülerine olduğu gibi paltolara da takıntım var. Barbaros her seyahatimizde “Herhalde palto almayacaksın değil mi?” diye soruyor, hep alırım çünkü. Bir sürü paltom var ama geçen sene bir baktım, üç tanesini giymişim sadece!
Bir müşterim vardı eskiden, yaptırdığı elbiseleri hiç giymezdi ama her sezon muntazaman iki elbise diktirirdi. “Bakın, bir kere sipariş vermeye geliyorum, üç kere provaya, bir kez de almaya. Beş kere zevkle buraya geliyorum. Dolabımı her açtığım zaman bu elbiseyi görüyorum, mutlu oluyorum. Bu benim için kâfi” diye kendiliğinden açıkladı bir gün. Ben de şimdi aynısını düşünüyorum. Sırtıma takmıyorum ama onların varlığı, dolabı açıp gördüğümde orada olmaları beni mutlu ediyor.
Her ezanda uzun bir duam vardır. Çoğu başkaları içindir bu duaların, kendim için çok az dileğim var çünkü. Her uyandığımda, uykum kaçtığında, aklıma bir şey takıldığında yaparım bunu. Oruç tutmuyorum, namaz kılmıyorum ama iyi bir Müslümanım ve yobaz değilim.
Sık sık giyim alışverişi yapıyor musunuz?
Burada alışverişe vaktim yok, ne satılıyor bilmiyorum. Marka tutkum yok zaten. Genelde iyi şey alırım, yıllarca durur, modası geçti demem. Dolabımda 25 senelik kazak var ama giyiyor muyum, hayır!
Bu 50 seneyi düşününce ilk aklınıza gelen şey ne?
50 sene bana büyük bir isim verdi. Hep Allah’a şükrediyorum, şükretmem için o kadar çok sebep var ki… Karakterime ters düşen bir şey olduğunda bile Allah’a şükrederim, daha kötüsü olmadı diye. Bana parayla kazanamayacağım, çok iyi dostlar verdi Allah, daha ne isterim ondan? Ben asker çocuğuyum, sıkıntının ne olduğunu, azla yetinmeyi çok iyi bilirim. Bana bu imkânları verdiği için hep Allah’a şükrederim. Bu isme ve bu hayata sahip oldum, daha ne isterim?
İstemez misiniz gerçekten daha başka bir şey?
Çok yoruldum aslında ama işi bırakacak mısınız derseniz, hayır derim, bırakmıyorum. Eskiden iki senede bir bırakmaya kalkardım. Sonra birisi dedi ki “Sen bırakacağın zaman son anda söyle yoksa yalancı olacaksın”. Gittiği kadar gidecek ama eli kulağında… Artık bir köyde yaşamak istiyorum.
Nasıl bir köy?
Tam bir köy! Yemyeşil olsun. Deniz kenarı istemiyorum ama denizi görsün uzaktan. Çok komik ama bu eşyalarım yine olsun! Belki biraz azaltırım ama mutlaka birazı da olsun. Köydeki evin büyük bir salonu, üstünde bir asma katı, önü balkon gibi, arka tarafında yatak odaları olacak. Sanırım bu hayalim olmayacak ama yine de vazgeçmiyorum hayal kurmaktan… Güzel gecelikler giyeceğim. Yiyeceğim yiyeceğim 100 kilo olacağım! Belki o zaman yemek yapmayı da öğrenirim. “Soğan nasıl pembeleşir”de duruyor şimdi iş. Yemek kanalı görünce bakarım, yemekle ilgili işleri takip ederim. Vaktim olsa kursa giderim.
Hazırlayan Seda TÜREN Fotoğraf Koray ERKAYA
[imagebrowser id=1428]