MINI’nin bu kültürü ve yaklaşımı benimsemesinin
arkasındaki ana motivasyon nedir?
MINI, her zaman dışarıda, dünyada olan biten gelişmeler ve dönüşümlerle birebir ilişkili ve bu dönüşümlere adapte olmaya çalışan bir marka olmuştur. 1959’dan beri daha akıllı ve iyi bir şekilde hareket etmek ve yer değiştirmek üzerine, her zaman kentsel çevre ile ilişkili bir marka. Ben şahsen, hayatım boyunca farklı şehirlerde ev aradım ve oldukça mobil bir birey olarak kendi yaşamıma uyum sağlayabilecek en uygun çözümü bulmaya çalıştım. Bir ev kiralamak aynı zamanda beraberinde birçok zorunluluğu ve uzun bürokratik süreçleri de beraberinde getiriyor. Sonunda da alışık olduğumuz konut fikri bir kâbus haline gelebiliyor. ‘Yerleşmek’ kavramı, hayat tarzınız ile örtüşebilecek, çevreyle ve dolayısıyla sizinle en uyumlu bir zemine dönüşüyor. Özellikle bir kentte yeni iseniz, yeni bir projeye ya da yeni hayatınıza konsantre olurken, tüm bu süreçlerle ilgilenmek zaman ve enerji harcayan bir döngü. Kent merkezlerindeki emlak fiyatlarının da artışını göz önünde bulundurursak; küçük bir mekân kiralayıp, kamusal uzantılarından sosyal ve kültürel yaşamınız için faydalanmak, geçici mekânlarda paylaşıma açık ortak alanları tercih etmek daha zekice bir çözüm olabiliyor. Dünyada konut piyasasının genel olarak bu esneklik ihtiyacına karşılık veremediğini düşünüyorum. Konut elde etme biçimleri aynı kaldı. Seyahat eden ve farklı kentleri deneyimlemek isteyen insanlar için esnek çözümler kurgulamak zorundayız.
