Wes Anderson deyince pek çok ortamda akan suların durduğu görülmüştür. The Grand Budapest Hotel’den Moonrise Kingdom’a, Rushmore’dan Fantastic Mr. Fox’a, Wes Anderson filmlerinden hangisi favoriniz diye sorduğumuzda “Hepsi!” diye yanıt verecek binlerce insan olduğunu biliyoruz. Parlak renkleri, retro objeleri, inanılmaz müzikleri ile bir filmin Wes Anderson filmi olduğunu anlamak için beş saniyeden daha uzun bir süreye ihtiyacınız yok! Elbette bir de yönetmenin meşhur simetri takıntısı var. Hal böyle olunca Wes Anderson’ın Prada için Bar Luce adında bir mekân tasarladığını duyunca gözümüzün önüne her şeyin milimetrik hesaplarla yerleştirildiği bir yer geldi ilk etapta. Fakat ters köşe olduk! Bar Luce, tam bir Milano kafesi gibi masaların darmadağınık yerleştirildiği bir yermiş. Şaşkınlıkla Wes Anderson’a dönüyoruz. Anderson, “Bar Luce için tek bir ideal açı yok. Burası gerçek hayat için; dolayısıyla yemeye, içmeye, sohbet etmeye veya okumaya uygun çeşitli noktaları olmalı. Aslında çok hoş bir film seti olacağını düşünüyorum ama film yazmak için daha iyi bir yer bence. Film dünyasında yaşamadığım öğleden sonralarımı geçirmek isteyeceğim bir bar yaratmayı arzu ettim” diyor. Bar Luce’nin iç mekân tasarım fikri doğrultusunda seçilen oturma üniteleri, formika mobilyalar, ahşap kaplama duvar panelleri ve uygulanan renkler 1950’lerin ve 1960’ların İtalyan pop kültürünü ve estetiğini çağrıştırıyor. Bir yandan da Anderson’un yıllarca önce çektiği Castello Cavalcanti adlı kısa filmindeki sanatsal kararları yansıtıyor. Anderson’a ilham veren görsel ve sanatsal kaynaklar arasında İtalyan neo-realizm akımının Milano’da geçen iki başyapıtı, Miracolo a Milano (Milano Mucizesi, 1951, Vittorio De Sica) ile Rocco e i Suoi Fratelli (Rocco ve Kardeşleri, 1960, Luchino Visconti) yer alıyor. Milano’ya yolumuz düştüğünde ilk uğrayacağımız adresler arasında zirveye oturan Bar Luce’nin varlığı bizi çok heyecanlandırıyor.