Sri Lanka bir fotoğraf albümü gibi. Masaya en güzel fotoğrafları sermiş, fotoğrafın fotoğrafını çekiyormuşuz gibi.
Saat sabah 06:00. Farklı bir gezegende, farklı bir zamanda, hiç durmayan bir yeşilin içinde hareket ediyor gibiyiz. Dışarıdaki nem, havanın asılı kaldığını açıkça gösteriyor. İlk defa göz göze geldiğimiz hava ile yoğunluğun verdiği beyaz silüet, etrafını çeviriyor Sigiriya’nın. Düzlüğün ortasında öylece yatan bir aslan gibi esniyor kaya, kuşlar ötüyor Watte Wewa Gölü’nün kenarında. İki, üç tekne geziniyor sabahın ışıkları yansırken göle. Pusun içinden kalkıyor balıkçı kuşları. Bembeyaz tüyler dağılıyor etrafa. Sanki yastık savaşından yeni çıkmış bir sabah. Gri langurların sesi yankılanıyor odanın kapısını açar açmaz. Otel koridorlarında kimsecikler yok bizden başka. Gün doğumunu çekmek için kalkıyoruz erkenden. Meğer en geç biz kalmışız, bir de güneş! Tüm yeşil uyanmış otelin etrafında, içindeki seslerle bizi bekliyor. Tepeden aşağıya doğru dağ sesi duyuyoruz. Yağmurun sesini hissediyoruz daha yağmadan. Öğretmenin en sevdiği öğrencisi gibiyiz, ön
sıraya almış bizi, dersi daha iyi dinleyelim diye. İşte bu teras en öndeki sıra. Derste beklenmedik anda karşınıza çıkan en güzel şey; Sri Lanka.