Çeşitli dönemlere ait parçaları bir araya getirerek oluşturduğu mekânlarıyla Pierre Yovanovitch, gözün gördüğünden çok daha fazlasını vadeden kurgular yaratıyor.
Pierre Yovanovitch, 2001 yılından bu yana Fransızların kendilerine has rafine ve eklektik dekorasyon anlayışının lüks temsilcilerinden. İç mimar, kopyala yapıştır projeler uygulayan bir tasarımcı değil, aksine dünyanın farklı noktalarında gerçekleştirdiği projelerin her birinde bulunduğu yapının ruhunu kutsayan, onların karakteristik özelliklerini ortaya çıkaran bir isim.
Prestijli yayınevi Rizzoli tarafından yayınlanan kitapta tasarımcının geniş bir arşivi yer alıyor. Yovanovitch’in uzun yıllar boyunca gerçekleştirdiği, hayranlık uyandıran mekân tasarımlarını incelemek için sayfaları çevirdiğimizde Ressam Claire Tabouret bizi önsözü ile karşılıyor. İlk kez 2017 senesinde bir araya gelen ikilinin hikâyesi iç mimarın ressamdan Provence’ta yer alan evi için mekâna özel bir duvar resmi çizmesini istemesi ile başlamış. İlk tanıştıkları zamanları, “Bir yemek davetinde yan yana oturmuştuk, ellerini masanın yüzeyinde ve farklı objelerin üzerinde gezdiriyordu. Bu çok hassas eller bana kör bir insanın Braille alfabesi okumasını anımsatmıştı. Pierre’in dünyayı algılama şeklinde dokunmanın önemli bir yeri var. Sonrasında ise aklıma Glenn Gloud’un elleri gelmişti. Temassal, fiziksel, derinlemesine teknik ancak bir yandan da son derece narin ve yetenekli” sözleriyle anımsıyor.
Kitapta yer alan evleri incelediğimiz zaman karşımıza ilk olarak Pierre Yovanovitch’in tarihi 17. yüzyıla dayanan şatosu çıkıyor. Tabii ki kendisinin böylesine özel bir yapıda yaşıyor olması şaşırtıcı olmasa da bütünlüklü ve detaycı yaklaşımı insanın aklını başından almaya yetiyor. Paris’ten kaçmak için bahane ettiği aile toplantılarından birinde ilk kez yolu düşmüş Fabrègues’e. 2009 yılında gerçekleşen bu seyahatin hayalindeki evi bulmasına vesile olacağından habersiz kilometreler boyunca yürüyüşe çıktığı bir zamanda karşılaşmış bu yapıyla. “O anda dünyanın sonuna yolculuk yapmış gibi hissetim kendimi. Fabrègues’un rahatlatıcı ve kucaklayıcı izole bir havası vardı” sözleriyle hatırlıyor yapı ile ilk tanıştığı günü ve sözlerine devam ediyor: “Şatoya 12. yüzyıldan beri aynı aile sahipti ve ben onu satın alacak ilk kişi olacaktım. Ve bundan sonra burası bütünüyle benim sorumluluğumda olacaktı.” Bu nedenle iç mimar ilk olarak yapının karakteristik özelliklerini vetarihini ele alarak başlamış. “Bu şato bana nesiller öncesinden kalan, aileme ait bir mirasmış gibi düşünerek projeye başladım. Bu yaklaşım bana gereğinden fazla çağdaş olmamak ve tarihsel özellikleri kaybetmemek konusunda yol gösterdi.”
Tamamen Pierre Yovanovitch’in rafine zevkinin bir yansıması olan bu proje, sanatçılarla bir araya gelmesine ve beraber çalışabilmelerine de önayak olmuş. Bu sanatçılardan biri de yazının başında bahsetmiş olduğumuz Claire Tabouret. Şatonun, hala ayakta olan şapeli için mekâna özel bir duvar resmi çalışması gerçekleştiren ressamın ortaya çıkardığı eşsiz desenler nesiller boyunca görenlerin hayranlık duyacağı türden çalışmalar olmuş. 85 tane çocuk çiziminin yer aldığı şapel için, “Bu alanda iz bırakmak, benden ve Claire’den sonra da nesiller boyunca ayakta
kalmasını arzu etmek onurlu bir davranış olarak algılanabilir. İleride Fabrègues’e ne olur bilemem ama bu duvar resmi kesinlikle burada kalmaya devam edecek” sözlerini kullanıyor iç mimar. Büyüleyici mekânları yakından incelemek için Pierre Yovanovitch: Interior Architecture’ı koleksiyonunuza eklemenizi öneriyoruz. Zamansız projelerin yer aldığı kitap, zaman zaman çıkarıp ilham alacağınız bir kaynak olmaya aday.