Onur Baştürk, geçtiğimiz ay Soho House’un davetlisi olarak farklı ülkelerden gazetecilerle birlikte grubun en yeni ve farklı üyesi olan Los Angeles’taki Soho Warehouse’daydı. Baştürk, bizim için bu kulübü kaleme aldı.
Warehouse, Malibu’daki Little Beach House ve West Hollywood’daki Soho’dan sonra grubun LA’deki üçüncü kulübü. Warehouse’un ruhu, konuşlandığı Downtown dolayısıyla hayli farklı: Çünkü bölge yeni yeni yükseliyor ve etrafta LA enerjisinden ziyade asi bir New York enerjisi var. En çok da Brooklyn Williamsburg enerjisi. Bu enerjinin önemli ateşleyicisi ise galerilerin ve türlü konsept mağazaların peş peşe sıralandığı Arts District. Şimdi buna ek olarak bir de Soho Warehouse açılmış durumda. Doğrusu grubun bu en yeni üyesinin açıldığı yere ilk başta şaşırmış, hatta “Burada neden açmışlar acaba?” diye sayıklamıştım. Warehouse’un etrafındaki depoyu andıran endüstriyel binalara ve filmlerdeki gibi ıssız duran benzin istasyonuna şöyle bir bakınca… Ne zaman ki civarı sokak sokak arşınladım; işte o zaman Soho Warehouse’un neden burada açıldığını anladım. Hemen dibindeki İtalyan lokantası Bestia’nın cool popülerliği, Arts District’in varlığı, başka restoran ve otellerin hızla buraya açılması büyük resmi netleştiriyor: Trend artık LA Downtown… Bu yükselişi Los Angeles’ta yaşayanlar da doğruluyor. Konuştuğum LA’liler sözleşmiş gibi şunları söylüyor: “Çevremizdeki birçok insan artık bu tarafa taşınıyor. Çok güzel ve geniş loft’ların olması önemli bir neden. Ayrıca burada peş peşe çok cool restoran ve oteller açılıyor.”
89 BİN ÜYESİ VAR
- İlk kez 1995’te Londra’da açılan Soho House’un şu an dünya üzerindeki tüm kulüplerinde -geçen yıl sonu açıklanan rakama göre- 89 bin üyesi var.
- Warehouse’dan bir ay önce Hong Kong’ta bir kulüp açan Soho House grubunun önümüzdeki dönem içindeki yeni şehirleri ise şöyle: Paris, Roma, Tel Aviv, Brighton, Austin ve Nashville…
- Berlin’den sonra Avrupa’da açılan ilk Soho House’un ise İstanbul’daki kulüp olduğunu (2015’te) hatırlatalım…
TERAS ŞAHANE VE ODALARIN MELEZ STİLİ DE…
1916’da inşa edilmiş bir binanın restore edilerek kulübe çevrilmiş hali olan Soho Warehouse’un 48 odası var. Odalar ferah. Stili ise Soho’nun bildik İngiliz dokunuşlarıyla sıcak LA ikliminin ahenkli bir melezi. Kulübün en üst katında alışık olduğumuz üzere restoran ve havuzlu bir teras var. Özellikle terastan LA manzarası şahane! Restoranda ise Warehouse’un bulunduğu konuma uygun olarak yapılmış, sokak sanatından ilham grafitiler var. Warehouse’un dikkat çeken bir diğer yanı giriş katındaki spor salonu. Öyle havalı ve yenilikçi bir salon ki, daha önce böyle bir spor salonu görmemiştim Soho House kulüplerinde.
Sanırım LA’lilerin spor bağımlısı oluşu göz önünde bulundurulmuş ve torpil yapılmış.
DTLA’DE NERELERE GİTMELİ?
Peki Downtown’da (DTLA) nereleri görmeli, nerelere uğramalı?
İşte, yolu düşecek olanlara kısa bir rehber:
- Arts District sonrası mutlaka The Broad görülmeli.
2015’te açılan bu modern sanat müzesinde 2 bini aşkın sanat eseri sergileniyor. Andy Warhol, Roy Lichtenstein ve Jeff Koons gibi hayli popüler isimlerin işleri var müzede. Ayrıca dönemsel büyük sergiler de oluyor. Ben gittiğimde İranlı sanatçı Shirin Neshat’ın bir sergisi vardı. İlgi büyüktü. Unutmadan, Los Angeles’ta yaşayan İranlı sayısı hayli fazla…
- Bestia’yı zaten söyledim. Müthiş bir İtalyan lokantası. Yemekleri kadar içerdeki çılgın enerjisi de insanı kendine çekiyor. Günler öncesinden rezervasyon yapmak gerekiyor. Yer bulmak hayli zor. Bestia dışında Everson Royce Bar, Spire 73, Resident, Sugarfish ve Perch görülmesi gereken mekânlar arasında…
- ROW ise bölgenin ofis, mağaza ve kafelerini bir araya getiren merkezi. O da uğranması gerekenlerden.
- Bölgenin en nostaljik mekânı ise her türlü eski kitabın ve plağın bulunabileceği The Last Bookstore.
- Son olarak, La La Land filmindeki romantik âşıkların yemek yediği yerlerden biri olan Grand Central Market da Downtown’ın tatlı yerlerinden biri.
İçinde onlara çeşit sokak yemeği bir arada. Time Out Market’a benziyor.
