GAD Architecture ve GAD Foundation’ın birlikte çalıştığı, Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi üzerindeki Park 19’da yer alan GAD Park’ı ziyaret ettik. Mimar Gökhan Avcıoğlu’na mimarlık dünyasına, geleceğe, GAD ofisine ve Gökhan Avcıoğlu & GAD imzasını taşıyan Nikki Beach Resort’a dair merak ettiklerimizi sorduk.
Park 19’da yer alan yeni GAD Ofisi Nişantası’nın sürprizli arka bahçelerinden birine bakıyor. Bu ofis GAD çatısı altında toplanan mimarlık ve vakıf çalışanlarını sonunda bir araya getirmiş. Birlikteliğin pozitif sinerjisi her yere yansımış. Gökhan Avcıoğlu bir masa başında ekibi ile birlikte çalışmakta olduğu projeye bakıyor. Ardından söyleşiye başlıyoruz.
Mimarlık dünyası nasıl bir dönemden geçiyor?
Bir çok anlamda giderek daha fazla sorumluluk aldığımızı hissediyoruz. Sadece binaya yoğunlaşmak değil de binanın dışında nasıl bir hayatın olacağını, bir binanın kültürel, sosyal ya da ticari olarak çevresinin nasıl şekilleneceğini düşünüyoruz artık. 20. yüzyılda edindiğimiz iyi ya da kötü tecrübeler var. Kirlenmiş bir dünya ile kaldık. Öte yandan disiplinlerin birbirini tetiklediği bir zamandayız. Geçen yüzyıl, başından itibaren birçok niyet ve sözlerle hareket etti. Bütün dünya birleşecekti, işçiler kardeş olacaktı, bayraklar kalmayacaktı, sınırlar olmayacaktı. Bütün dünyadaki artı değerleri birlikte paylaşacaktık. Bunlar olamadı ama bazı iyi şeyler oldu. Ülkeler birbirine havadan, karadan ve denizden daha kuvvetlr bağlandı. Çeşitli ortak fikirler oluştu ve eğitime ait konularda gelişmeler yaşandı. Dünya iki büyük savaş geçirdi. Dolayısıyla 20. yüzyıl hem iyi hem de kötü anlamda diğer yüzyıllara göre daha yoğun geçen, hem iyi hem de kötü şeyleri bir arada gördüğümüz bir yüzyıl oldu. 21. yüzyılda ekolojik sorunların yaşandığı bir dünyada bir çok soru işareti ile birlikte yaşıyoruz. Uzay hakkında hala sorularımız var, kendi vücudumuza dair fiziksel ve ruhsal anlamda sorunlarımız var. Kısacası umutlarımız ve umutsuzluklarımızla yaşıyoruz. Bu anlamda mimari, geçmişte ikinci plandaydı. Mimari projelere, ticarette veya politikada etkin olan isimler karar veriyordu ve mimarlar da bunu ilk elden uygulayanlardı. Şimdi artık mimarların tecrübesi, mimarlardaki bilgi birikimi, devlet adamlarından da ticaret insanlarından da daha fazla. Artık ellimizdeki tarihsel bilgi ile neyin başarılı olup olmadığını, başarılı görülenlerin gerçekten başarılı olup olmadığını, diğer durumlara nasıl etkiler yaptığını daha çok sorguluyoruz. Dijital sektör tasarım sektörü ile kaynaştı. İki sektörün birlikteliği mimarlık sektörünün bilgi ve deneyimini arttırdı.
Bu gelişmeler bağlamında mimarlar nasıl bir tavır almalı? Siz kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
20. yüzyılın bıraktığı miras üzerindeyiz. Nüfus arttı. Bu nüfusu besleyecek kaynaklar olmasına rağmen durumun paylaşılması adil olmuyor. Ben, bize gelen iş adamları veya devlet adamlarından gelen programları ve ısmarlama biçimlerini gözden geçirmeyi öğrendim. Bizden önceki kuşak bu taleplerin doğru olduğunu kabul edip tasarımlar geliştiriyorlardı. Şimdi bizim çok daha farklı parametrelerimiz ve filtrelerimiz var. Daha iyi değerlendirmeler yapmamızı sağlayan bir dijital teknoloji var elimizde. Ben kişi olarak Tanzanya’daki maraton koşucusu gibi yetiştim; çıplak ayak, elimde herhangi bir şey olmadan ama şimdi bizim ofisin içinde dijital teknolojinin bütün olanaklarından yararlanabilen jet pilotları var. Ben el melekesi ile maket yapmaktan geliyorum, şimdi 3D Printer’lar konuşuyor. Düşündüğümüz şeyleri şeklen ve fikren çok daha kısa bir sürede, çok daha iyi bir hale getirebiliyoruz. Neyin olabileceğini, neyin olmayacağını çok daha hızlı anlıyoruz. GAD Architecture olarak bize gelen konuya üç açıdan yaklaşıyoruz. Öncelikle programa bakıyoruz. Yani programın doğru olup olmadığını soruyoruz kendimize. Günümüzde sosyal yanı olmayan projeler, ne kadar özel olursa olsun, artık başkalarıyla paylaşılması gereken alanlar içermeli. Dünyaya bir şey ekliyorsak, bu eklediğimizin topluma yönelik de bir karşılığının olması lazım. İkincisi, yapım yöntemimiz kendi kültürümüze ve inşaat sektörüne bir katkı getirmeli. Üçüncüsü de malzeme açısından yeni bir bakış açısına sahip olmalıyız. Bildiğimiz bir malzeme olsa dahi 20. yüzyılda yapılan binalar doğayı çok önemsemeden inşa edildi çünkü o dönemde öyle bir bilinç yoktu. Şimdi elimizde çok kirli bir dünya var. Okyanus kirli, nüfus artmış… Mimari bakış açısına ekstra filtreler gelmeye başladı. Biz binaları artık sadece dışarıdan bakarak inşa etmiyoruz. Elbette estetik değerler de önemli ama içindeki hayata, çevre ile kurduğu ilişkiye, sosyal alanların ne kadar çok kişi tarafından kullanılacağına bakıyoruz.
Bir projeyi nasıl ele alıyorsunuz?
Coğrafi, tarihsel değerlere yani bağlama, projenin çevreye yapacağı etkilere, söz konusu tipolojide yapılmış başka binaların tarihçesine bakıyor ve neler yapmamamız gerektiğine dair bir takım parametreler oluşturuyoruz. 20. yüzyıl mimarları yapıya yönelik bir bakış açısına sahiplerdi. Ne yapmaları gerektiğine hep yapı üzerinden bakarlardı. Bizim imkânlarımız daha fazla, düşünme imkânlarımız da daha fazla. Bu yüzden önce ne yapmamamız gerektiği üzerinden hareket ediyoruz.
Bodrum Nikki Beach özelinde bu konuyu somutlaştırabilir miyiz? Mesela o projeyi ele alırken ne yapmamanız gerekiyordu?
Yaptığımız projelerin gelecekte başka amaçlar için de kullanılabilir olması bizim için çok önemli. Burada en önemli parametre, bir otel yapısı da olsa aynı zamanda gelecekte konuta dönüştürülebilmesi veya bir okula dönüştürülebilmesi. Çünkü Bodrum, sanayi bölgesi değil. Sanayi üzerinden kirletilmiş diğer şehirlerin kaderini paylaşmıyor. Temiz, son derece sakin, birçok yere göre yaşam kriterleri daha yüksek. Ben Bodrum’u çocukluğumdan beri biliyorum. Her zaman bana yaşama sevinci veriyor. Ne ekersen onu biçiyorsun. Denizin dibindesin, deniz ve hava sana cömert. Bodrum, Halicarnassus zamanında önemli bir liman kentiydi. Daha sonra depremlerden ve çeşitli sebeplerden değeri düşmüş. Belki de bu olaylar Bodrum’u sanayi dönemi kirliliğinin bir parçası olmaktan kurtarmış. Şimdi elinde bir şans var, bu şansı iyi kullanılırsa, yaşama kriteri yüksek, yaşayanların mutlu olduğu bir kent olmayı sürdürebilir. Bodrum neden Muğla’nın idari hegemonyasında hiç bilmiyorum ama Bodrum benim için o bölgenin başkenti. Bana göre İzmir’in ve hatta İstanbul’un alternatifi olabilecek bir yer. Otel, sağlık merkezi, üniversite, araştırma merkezi, bacasız sanayi dediğimiz her işin oluşması için güzel bir ortama sahip. Tarım, arkeoloji, mimaride yeni sektörlerin oluşabileceği bir yer. Kesinlikle 21. yüzyıl için belirlediğimiz yaşam kriterlerine uygun. Bu yüzden Bodrum’a kendi konularında belirli tecrübeye erişmiş firma ve markaların gelmesi ve bu ilişkilerle global bir şehir olmaya yönelik her türlü gidişi biz destekliyoruz.
Nikki Beach Resort Bodrum’a ne katıyor?
Biz açık şehirler istiyoruz. Dünyanın her yerinden insanların havadan, karadan, denizden gelip gittiği… Tabii ki bunun yaz kış devam etmesini istiyoruz. Özellikle artan turizm ile beraber, bölge için iyi bir gelir kaynağı oluyor bu gibi yerler. Nikki Beach de bunun bir parçası. Bunun dışında güzel zaman geçirmek, ilişkiler kurmak, deşarj olmak için iyi bir alternatif.
Bu mekân nasıl bir tasarım felsefesi ile inşa edildi?
Ortak kullanım alanları var. Evler gibi düşünülmüş otel odaları var. Her odası ayrı ayrı kiraya verilebildiği gibi evin tümü de kiraya verilebiliyor. Diğer otellerden ayrışan tarafı bu. İleride çok daha uzun süreli oturmayı ya da satın almayı seçebilirsiniz. Böyle bir olasılık da sunuyor. Nikki Beach’i tasarlarken tersten gittik. Sanki elimizde bir köy var, o köyün içinde de köy evleri var. Köy evlerinin de odları var. Pansiyon düşüncesinin tersine dönmüş hali.
Malzeme tercihiniz nasıl oldu?
Yine doğal malzemeler kullandık, doğal bir doku oluşturduk. Ben genelde taşla hareket eden binalar yapıyorum ama bu defa ilk kez beyaz ağırlıklı bir proje yaptım. Açık alanlarda hareketli yüzeyler var ve organik formlar hâkim. Bazı binalar sadece yazları kullanılacağı için daha hafif malzemelerle yapıldı. Yaz kış kullanılacak alanlar daha kalıcı malzemelerle yapıldı. Dolayısıyla bu bir esneklik tanıyor.
Yeni ofisinize, GAD Park’a dönelim…
Burası eski bir kat otoparkı. Ticari olarak çalışmayınca atıl bir halde kaldı. İçinde arabaları taşıyan asansörler varmış, onları sökmüşler, boş bir mekân olarak duruyordu. Pencereler yoktu, pencereler açıldı. İçeriye hayat girdi. Çok uzun süredir bu çevredeyim. Başka yerleri de denedik ama burada yaşıyoruz ve şehir merkezi olduğundan burada olmak istedik. Nişantaşı canlı bir yer. Belli büyüklükte bir yer bulamadığımızdan küçük küçük ofislerde dağılmış, üç dört binaya yayılmıştık. Burayı görünce kafamda bir şimşek çaktı ama bir kat ilavesi gerekiyordu. İnce bir hesap yaptık. Aşağı yukarı bizim aradığımız büyüklükte olduğunu görünce hızla ve hevesle dalıp burayı bu hale dönüştürdük. Genelde burada raw malzemeler kullanıldı. Betonarme yüzeyler müdahalesiz duruyor. Bizim eklediğimiz malzemeler de öyle. Burada dekoratif unsurlar olmadan malzemenin kendini gösterdiği, aydınlatmada ve tesisatta her şey üstleri açık bir halde. Mekânı düzenlerken genelde projelerimizde de kullanmakta olduğumuz özellikle Türk firmaların malzemelerini kullandık. Bizim daha önce çalıştığımız yerlerde mevcut binalar içerisinde oda oda çalışma alanları vardı. Ofisin bu şekilde olmasına ofisimizdeki arkadaşlarımızın isteği neden oldu. Benim için fark etmiyor, her yerde çalışabilirim ama ekip arkadaşlarım birbirleri ile haberleşerek çalışmak istediklerini söylediler. Açık ofis isteği bizim ekibimizden geldi.
GAD Foundation ekibi de bu ofiste çalışıyor…
Bizim bu ofiste iki oluşumumuz var. Biri mimarlık konusunda çalışan GAD bölümü, bir de vakıf bölümümüz GAD Foundation var. İki ekibin birlikteliğinin getirdiği karşılıklı bir sinerji var.
İlerleyen yıllarda nasıl bir hal alacak GAD?
Ben uzun bir süredir Aldo Rossi’nin bir sözünden hareket ediyorum: “Tasarla, inşa et, öğret!” Öğretirken öğreniyorsun da. Gözden geçiriyorsun. Sadece Türkiye değil, dünyada verilen mimarlık eğitimi yeterli değil, değişmesi gerekiyor. Bunu uluslararası ortamlarda da konuşuyoruz. Dünyada da durum fena ama Türkiye’deki durum daha da fena. Türkiye gibi ülkelerde ÖSS gibi tuhaf sınavlar, seçme ve yerleştirmedeki mantıksızlıkları pekiştiriyor. Bize lise çağında mimarlığı seçmek isteyen stajyer düzeyinde başvurular oluyor. Onlara öncelik veriyoruz. Vakıf olarak seçecekleri okula dair bilgiler veriyoruz. Burada ayrıca bir eğitime tabi tutmak durumunda kalıyoruz. Hâlbuki biz kendi mimarlık okulumuzdaki kendi elemanlarımızı, birlikte çalışacağımız arkadaşlarımızı yetiştirebiliriz. Boşu boşuna başka okullarda zaman kaybı oluyor. Bize mimarlık mesleğini yapmak isteyen, herhangi bir ülkede liseyi bitirmiş öğrenciler lazım. Daha fazlası kafa karıştıran bir duruma dönüşüyor. Sonra o bilgileri temizlemekle uğraşıyoruz. Türkiye’deki stajlar çok kısa sürüyor. O kısa sürede bir şey öğrenmek mümkün değil. 25 yılda 300’e yakın proje yapmışız. Klasik ofisten çok farklı işliyor buradaki yapı. Hiç kimseye bahsetmediğim, kimsenin bize ısmarlamadığı projeler üzerinde çalışıyoruz. Sadece kreatif değil aynı zamanda inovatif bir ofis olması burası. İşin “business” tarafı da var elbette. Bir nevi okul gibi. Belki ilerde gerçekten de bir okul olur burası. Biz bu üç kriteri birleştirmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde de farklı projelere imza atmak istiyoruz. Dünyanın değişik yerlerinde farklı projelerimiz var.
GAD şu an ne gibi projeler üzerinde çalışıyor?
Şu an Rwanda, Irak, Moskova, Beyrut gibi şehir ve ülkelerde otel, müze, hastane, konut projelerimiz var. Montenegro’da bir otel ve villa projesi var. Irak’ta bir şehrin bir bölümünün tasarımını yapıyoruz. Bakü’de bir projemiz var. Heyecanı yaratan projeler üzerine çalışıyoruz ve bu heyecanı yaratan şey projeyi isteyen kişi ve kurumlar ile çok alakalı. Bazıları çok negatif enerji yüklü oluyor. Zevkli bir projeyi çalışması zor hale getiriyorlar. Bazı gruplarda ise projeden proje doğuyor. Yatırımcı grubun enerjisi projeye çok yansıyor.
Zamanınızı nerede geçiyorsunuz genelde?
Ben ofiste, şantiyede bir de işin olduğu yerlere gidip gelerek vakit geçiriyorum. Döndüğüm yer ise hep burası.