Pandemi koşulları ve hızlı dijitalleşme yaşamsal mekanlardan beklentileri de değiştirdi. Sade ve doğal olana ilgi artarken, yükselişe geçen tüm tasarım felsefelerinde hem fiziksel hem psikolojik konfor sunan ağaç bazlı ürünler başrolü kaptı.
Mekanın algıya, enerjiye, psikolojiye ve dolayısıyla hayata etkisi yadsınamaz bir gerçek. Bu nedenle özellikle yaşanan mekanlarda estetik ve işlevselliğin yanında yarattığı duygu da önemli. İşte bu duygu ev tasarımında felsefelerin odak noktasını oluşturuyor. Değişen duygu ve ihtiyaçlar da her dönem farklı ev tasarım felsefelerinin öne çıkmasına neden oluyor. Geride bıraktığımız iki yılda tüm dünyaya damgasını vuran pandemi, eve bakışı bu açıdan da değiştirdi. Evde geçirilen süre artarken, daha izole yaşanan hayatlar, yaşamın ve anların değerini daha çok ortaya çıkardı. Sadelik, basitlik, doğallık ve konfor ev dekorasyonunda öne çıkarken Japandi’den Palimsest’e, Pattern in Nature’dan Tiny House ve Görünmez Mimari’ye birçok farklı anlayış ve felsefe, ev tasarımı ve yaşam tarzında yükselen trendler oldu.
Japandi: Japon ve İskandinav kültürü rüstik minimalizmde buluştu
Örneğin son dönemin yükselen ev dekorasyon felsefelerinden biri olan Japandi’nin temelinde sadelik yer alıyor. Modern İskandinav stili tasarım ile Japon estetik anlayışının en iyi taraflarını harmanlayan bu akımda Japon kültüründeki ‘wabi-sabi’ kavramı, mükemmel olmayanın içindeki güzelliği arayıp bulurken, İskandinav kültüründeki ‘hygge’ ise sıcak ve konforlu bir alan yaratmayı hedefliyor. İlk bakışta rüstik minimalizm olarak da değerlendirilebilen Japandi felsefesine göre yapılan ev dekorasyonlarında mümkün olduğu kadar insana alan bırakmak esas. Neredeyse boş salonlar ve odalarda eşyanın adedi değil kalitesi öne çıkıyor. Açık gri, açık pembe, pastel yeşil ve mavi tonlarının yanında antrasit gri, indigo renkleri hatta siyahın kullanımıyla da kontrast yaratılıyor. Doğal malzeme, sakin tonlar, temiz çizgiler ve minimal dokunuşların hakim olduğu işlevsel ağaç bazlı mobilyalarla dekorasyon tamamlanıyor.
Geçmişi geleceğe taşıyan tasarım: Palimpsest
Tasarımda bir diğer yükselen trend binaların değişim ve dönüşümünün katmanlaşarak bir arada olma halinin yan yana, üstü üste, iç içe geçtiği sarmal ilişkiler ağını ve farklı zamanlardaki yaşanmışlıkların izlerini taşıyan ve aktaran mekânsal anlamın okunabildiği palimpsest mimari bir kavram olarak öne çıkıyor. Mevcut olana yeni ek yaparak eski ile yeni arasında diyalog kurulmasını, geçmişin geleceğe taşınmasını sağlayan bu kavramla evler, görsel olarak heyecan verici bir tasarımın yanında belleğe ve kimliğe hitap eden mekanlara dönüşüyor. Bir iç mekanı palimpseste göre tasarlamak için o mekanın geçmişini ve doğasını sergileyen ya da çağrıştıran öğeler, nesneler ya da yüzeyler kullanılıyor.
Doğayla buluşup iyileşmenin formülü
Mekanların iyileştirici gücü uzun yıllardır bilinen bir gerçek. Yaşanan mekanlara bu gücü taşımada desenlerin rolü büyük. Özellikle doğada bulunan doğal desenler insanları derinden etkilerken besliyor. Fizyolojik-bilişsel sistem doğal kalıplardan yoksun ortamlarda kaygı ve stresle hastalanabiliyor. Doğal desenler ve insan beyni arasındaki ilişkiyi araştıran bilimsel çalışmalar da desenlerin stresi azaltmaya yardımcı olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin yapılan çalışmalar, odaları doğa manzaralı olan cerrahi hastaların odaları tuğla duvara bakan hastalara göre hastanede daha az zaman geçirdiğini buldu. Tasarım felsefesi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Nikos A. Salingaros da binaları şekillendirme şeklinin kişileri de şekillendireceğine inanarak, doğadan yoksun minimalist mekanların insanları tedirgin ettiğini düşünüyor. Doğayı ve desenlerini tasarıma getirmeyi savunuyor. Özellikle ağaç bazlı desenlerin tasarımda kullanılması gerektiğinin altını çiziyor. Benzer şekilde sürdürülebilirlik danışmanlığı şirketi Terrapin Bright Green de “14 Biyofilik Tasarım Örüntüleri” başlıklı raporunda doğayla bağlantı kurmak için başta ağaç bazlı ürünler olmak üzere doğal malzemeler kullanmak gerektiğinin altını çiziyor.
Mikro mekanlarda makro yaşamlar
Minimalizm akımının mimaride yerini bulduğu bir diğer trend Tiny House. “Azda çok” mottosuyla hayata geçen ve fazla olan hiçbir şeye ihtiyaç duymayan Tiny House’lar yaşamın çok az metrekarelere sığdırılabildiğini üstelik bunun birçok avantajı beraberinde getirdiğini kanıtlıyor. Yaklaşık 10 metrekare ile 50 metrekare alana sahip, tekerlekli ya da sabit olarak inşa edilen bu mikro evler, alanı daha verimli kullanırken sadeliği teşvik ediyor. Kaynakların verimli kullanımıyla çevreci bir hayat sunan bu evler, yenilikçi ve doğa dostu yapılar olma özelliği taşıyor. Tüm bu yönleriyle de Tiny House trendi daha basit bir hayat yaşama ve dünyayı olumsuz etkilemeyecek şekilde yaşama arzusuna cevap oluyor. Mikro evlerin en büyük avantajlarından bir diğeri de doğayla içi içe ve özgür yaşama imkanı sunması.
Doğa ve mimarinin kusursuz birleşimi: Görünmez evler
Birçok mimari tasarım dikkatleri üzerine çekmek ister. Organik mimari ise tam tersini amaçlıyor. Bir yapıyı doğal ortamına entegre etmek istiyor. Bunu yapmak için düzenleme ve renklendirme bilinçli olarak göze çarpmayan bir şekilde seçiliyor. Bazen bu o kadar uyumlu ve başarılı oluyor ki ev konumlandığı doğal çevreyle bütünleşip neredeyse görünmezleşiyor. Ancak burada sadece doğa ve mimari kusursuz bir şekilde birleşmiyor. İç mekandan dış mekana geçiş de akışkan hale geliyor. Odalar gün ışığından ve doğal havalandırmadan en üst düzeyde yararlanacak şekilde tasarlanıyor. Görünmez evlerde sürdürülebilirlik de esas olarak alınıyor. Görünmez mimari olarak tanımlanan organik mimari, üslup olarak sadeliği benimserken, insanın doğal çevreyle uyumlu yaşam ihtiyacını karşılıyor.
“Tasarımda ağaç bazlı ürünlerin rolü artıyor”
Son yıllarda yaşam tarzında sadelik ve doğala dönüşe yöneliş hızlanırken tasarımda da doğal malzemelere ve ahşaba ilginin giderek arttığını belirten Yıldız Entegre Pazarlama ve Kurumsal İletişim Müdürü Ercan Şahin, bu konuda şöyle konuşuyor: “Tüm dünya olarak büyük bir dönüşüm yaşıyoruz. Bu dönüşüm sadece iş modellerini değil yaşam tarzlarını da etkiliyor. Sera gazı, küresel ısınma, ısı adası gibi çevresel sorunların etkileri nedeniyle doğal malzeme olan ahşabın yapılarda kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Öte yandan pandemi nedeniyle artık evde her zamankinden daha fazla zaman geçiriyor olmak, geniş kitleler için çalışma hayatının evlere taşınması evlerin ve iç mekanların konforunu daha önemli hale getiriyor. İç mekan konforu denildiğinde de basitlik ve doğala dönüş en temel trendler olarak göze çarpıyor. Burada da en önemli aktörün ağaç bazlı ürünler olduğunu görüyoruz. Özellikle doğal yaşam beklentisini karşılamak için tasarımda ahşabın rolünün hemen her noktada arttığını görüyoruz. Mimaride; endüstriyel ve insan dokunuşunu temsil eden usta işi ahşap zeminler de öne çıkıyor. Çevre dostu, dayanıklı ve zamansız olarak nitelendirilebilecek ahşap zeminlerle son dönemin öne çıkan tüm yaşam felsefeleri önemli bir bütünleşme yaşıyor. Her mekan ve tasarımda doğaya ve doğal olana duyulan ihtiyacın yanıtı olan ahşap zeminler, önümüzdeki dönemde estetik ve sağlıklı yaşam alanlarının bir numaralı aktörü olmaya devam edecek.”