Büyükada’daki bahçe katı daire, adanın tarihinden alınan ilhamı ev sahiplerinin kişisel zevkleriyle buluşturuyor. Sanatın başrolde olduğu evde kolonyal referansları olan minimal bir stil benimsenmiş.
Büyükada, İstanbul’un içindeki başka bir ülke gibi. Burada zaman alışık olduğumuzdan farklı ritimde akıyor, mekân algısı ise ferahlık ve doğallık üzerine kurulu. Diğer kardeş adalar ile birlikte kendine ait bir yaşam kültürüne sahip olan bu eşsiz lokasyon, sadece köşkleriyle değil, modern yapıları ile de ilham verici bir mimari deneyim yaşatıyor. Büyükada’da keyifli bir bahçe katına konuk oluyoruz. Ev sahipleri, Adalılar arasında Perili Köşk olarak tanınan yapının bahçe katındaki dairede yaşıyorlar. Büyükada’daki birçok konak gibi burası da bir zamanlar tek bir ailenin kullanımındayken sonradan dairelere ayrılmış. “Biz bu kocaman evin bahçe katındayız.
Ev aşağı yukarı 120 m2 ve 2 yatak odası ile 2 banyosu var. Eşim tam bir Büyükada aşığı. Çocukluğundan beri adalı. Şu anda bizim oturduğumuz evin hemen üst katında büyümüş, tam 40 senedir bu evde yaşıyor. Zaten bu binada oturan hemen hemen herkes 40 senedir komşu. Genç kızlığını burada geçirdikten sonra bir müddet kopmuş. Son 20 senede adaya ender gelir giderken birden geçen sene kışın ortasında adaya taşınmak istedi. Önce üst kattaki daireye gelip yerleştik. O arada epeydir boş duran bu daireye talip olduk. Bu dairede 1979’dan 1983 yılındaki vefatına kadar siyaset insanı, yazar Doğan Avcıoğlu yaşamış. Eşim ailesiyle birlikte oturduğu evde onun üst kat komşusuymuş. Her zaman kendisine büyük bir sevgi ve saygı duymuş. Dolayısıyla bu evde, şimdi o anılarla yaşıyor olmak bize ayrı bir mutluluk veriyor. Eşim için burası dünyanın en güzel yerlerinden biri. Adanın doğal güzelliği kadar bizi estetik olarak buradaki mimari çeşitlilik de mest ediyor.
Büyükada’da Bauhaus’tan Art Deco’ya, Kolonyal dönemden Barok’a, eski İstanbul mimarisinden Cumhuriyet mimarisine kadar farklı dönemleri ve akımları yansıtan her türlü mimariyi görebiliyorsunuz” diyor ev sahibi. Onlar bu eve taşındıklarında yapısal herhangi bir müdahalede bulunmamışlar fakat ev 1978 yılında tahta bir konak olmaktan çıkarılarak betonarmeye dönüştürülmüş ve dairelere bölünmüş, bu koca konaktan 9 ayrı daire çıkmış. Evin dekorasyonu tamamen ev sahiplerine ait, herhangi bir mimari veya dekorasyon desteği almamışlar. Hem adanın kolonyal geçmişine göz kırpan hem de yalın bir mekân yaratmak istemişler evi dekore ederken. Daire, bahçe katı olmasına rağmen tüm odalarından denizi görüyor. Pencerelerin hepsi yeşilliklerin, çiçeklerin arasından Marmara’ya bakıyor. Tasarımda rahat ama çok da göz oyalamayacak eşyalara, renklere konsantre olmuşlar. Mobilyaları kendileri tasarlayıp ürettirmişler.
Duvarları beyaz bırakmışlar, böylece hem alan ferahlamış hem de aslında bayağı alçak olan tavan daha yüksek algılatılmış. Aynı sebepten dolayı tavandan hiçbir aydınlatma sarkıtılmamış. Işıkların hepsi duvardan geliyor, basit aplikler tercih edilmiş, adeta resim galerisi aydınlatması gibi. Tavandan sadece pervaneler sarkıyor ki pervaneler ev sahibinin en sevdiği şeyler olmuş bu evde. “Hem benim için kolonyal görüntüyü tamamlıyor hem de serinlik veriyor yaz aylarında. Sanat eserleri ise evin her yerinde çünkü eşim bir sanatçı. Duvarlarda çoğunlukla onun imzasını taşıyan eserler, bir de aile büyüklerinin resimleri yer alıyor. Önemli olan da zaten bu evde ağırlıklı olarak onun eserlerinin olması” diyor ev sahibi ve ekliyor: “Zira aslında biz burayı özellikle ona esin veren bu mekânda üretsin diye istemiştik. En başköşede zaten onun resimleri bulunuyor.”
Hazırlayan: ÇİĞDEM HASANOĞLU
Fotoğraf: FEVZİ ONDU