Birer sanat eseri gibi dokuduğu halıları ile artistik bakış açısını zanaatkârlık ile buluşturan Alexandra Kehayoglou’yu yakından tanıyoruz.
Alexandra Kehayoglou’nun işlerini ilk kez Dries Van Noten’in 2015 Paris Moda Haftası’ndaki defilesinin fotoğraflarına bakarken gördüğümde ünlü modacının Dries Van Noten’in koleksiyonuna dair en ufak bir ilgim kalmamış, sadece podyumun zeminindeki halı ile ilgilenmiştim. Hiçbir yerin ortasındaki bir coğrafyanın üzerinden uçakla geçiyormuş gibi tasarlanan bir yeryüzü tezahürüydü zemindeki halılar ve o andan itibaren o halıyı kimin tasarladığını bilmek benim için çok önemliydi. Kısa bir süre sonra internet sitesi Freunde von freunden’da karşıma çıkan bu halıların arkasındaki ismin Alexandra Kehayoglou olduğunu öğrendiğimde hemen bilgisayarın başına oturdum ve Buenos Aires’te yaşayan Kehayoglou’na mail attım. Alexandra Kehayoglou’nun Anadolu’ya kadar uzanan hikâyesini kendisi ile yaptığım bu röportaj sonrasında öğrendim ve hem yakın tarihimize dair bir kez daha düşündüm hem de benzer bir hikâyenin anlatıldığı Middlesex romanını hatırladım. Jeffrey Eugenides’in Bursa’dan yola çıkıp Amerika’ya uzanan bir ailenin üç kuşak hikâyesini anlattığı romanı Middlesex’te de Kehayoglou’nun ailesinin hikâyesine benzeyen bir taraf vardı. Zamanımızın en önemli sanatçı, zanaatkâr ve tasarımcılarından biri olduğunu düşündüğüm Kehayoglou’nın naif dünyasının zamanımızın ruhuna şifalı etkileri olacağına inanıyorum.
Hikâyeniz nasıl başladı? Halı tasarlama işine nasıl dâhil oldunuz?
Halı yapımı konusunda köklü bir geçmişi olan bir aileden geliyorum. Bir sanatçı olarak kendi geçmişim ve sahip olduğum bilgi, malzeme ve tarih gibi kaynakları buluşturabileceğim bir alanda buldum kendimi.
Bir röportajınızda büyükanneniz ve babanızın Ispartalı olduğunu söylemişsiniz. Onların neden Arjantin’e taşındıklarını ve Arjantin’de halı yapımına nasıl devam ettiklerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Birinci Dünya Savaşı’nda Isparta’yı terk ettiler. Büyükbabam Damianos bir avukattı ve İstanbul’da yaşıyordu. 1924 yılında Arjantin’e göç etti. Büyük annem Elpinki önce Atina’ya ve sonra dedemle buluşmak için Arjantin’e gitti. Büyük annem 26 yaşında iken evlendiler. Ayarlanmış bir evlilikti bu. Daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdi fakat aileleri Isparta’da yaşarken çok yakındı. Damianos’un kızkardeşleri Elpiniki’ye nikâh hediyesi olarak bir çift halı terlik hediye etti. İki ailenin geçmişinde de halı dokumacılığı vardı. Bizim evimizin salonunun duvarlarını bu halı terlikler süslerdi. Onlar beni hep meraklandırırdı. Elpinki dokuma tezgâhını yanında getirmişti ve sonunda Arjantin’deki evinde halı dokumaya başladı. Başka kadınları da eğitti. Halıcılık geneleceğini çocuklarına da aktardı ve çocukları bu geleneği endüstriyel boyutlara taşıdı. Sanırım dünyayı halılar üzerinden algılıyoruz ve hangi hisse ihtiyacımız varsa bunu halılarda aradığımızı görüyorum. Terlikler, halılar ve bahçeler…
Nasıl bir teknikle üretim yapıyorsunuz?
Benim tekniğim, yüzeyi oluşturan dikişleri püskül haline getiren, yarı endüstriyel bir şekilde çalışan geri tepmeli bir makine ile ilişkili. Daha dışavurumcu resimler elde etmek için bu son derece becerikli makinenin limitlerini biraz zorluyorum açıkçası. Fakat bu halı üreticilerin çok iyi bildiği ve kullandığı bir yöntemdir. Ben sadece çok geniş bir yelpazedeki stoklanmış ipliğin kaderini yönlendirmek ve aktif hali getirmek konusunda yüreklendirildim.
Tasarımlarınıza baktığımızda doğayı ve onu oluşturan parçaları ve yeryüzü şekillerinin izlerini sürüyoruz. Ruh halinizin doğa ile direkt bir ilişki olmasından mı kaynaklanıyor bu?
Ruh halim çok çeşitli aslında. Çalışmayı gerçekten çok seviyorum. Bir detaya odaklanmak ve saatlerce püskül yapmak… Doğa benim yeniden ürettiğim, genelde doğa içinde şekillenen ruh halimi aktif hale getirdiğim, iç gözlemsel bir yer.
Nelerden ilham alıyorsunuz? Geçmişten günümüze tasarım felsefeniz nasıl şekillendi?
Beni çevreleyen her şeyden ilham alıyorum. Endüstriden, pampas bitkisinden, yünden, bahçelerden, oynayan çocuklardan… Bir sanatçı olarak farklı disiplinlerle diyalog halindeyim. Çalışma alanımın esnek olduğunu söyleyebilirim. Felsefem ise otantik ve samimi değerlerle ilişki içinde. Her an dünyaya bu spesifik şeyi yapmak için, bir duruma işaret etmek için daha çok çalışmam gerektiğine daha çok inanıyorum. Doğa yok oluyor ve yakında, hem de çok yakında, çok geç kalmış olacağız. Uzun zaman boyunca doğa ile kurduğumuz ilişkide bir kopukluk oldu ve uyanıp yeniden doğaya bağlanmamız gerektiğini düşünüyorum.
Başladığınızda neredeydiniz ve şu an baktığınızda durduğunuz yeri nasıl görüyorsunuz?
Hep aynı şey üzerinde çalıştığımı fark ettim. Zaman, değişim, dinginlik, yeryüzü şekilleri, doğa… İlk başladığımda yaptığım şeyleri neden yaptığımı bilmiyordum açıkçası. Bir güdüyü takip ederek ilerledim. Şu an yaptığım şeyin sadece benim kendi zevkimle alakalı olmadığını, başkaları için de bir anlamının olduğunu, bir çeşit sevgiyi paylaşma yöntemi olduğunu ve daha büyük bir şeyin parçası olduğunu düşüyorum. Genetik bir sıralamanın ve belirli bir işin parçasıyım.
Buenos Aires’te hayat nasıl? Başka bir yerde yaşamayı düşündünüz mü hiç?
Buenos Aires hala dört mevsimi yaşayabiliyor. Buna bayılıyorum. Şehrin içinde yaşamıyorum fakat orada da herkes çok cana yakın. Başka bir yerde yaşamak her zaman mümkün ayrıca!
Dries Van Noten ile birlikte bir projeye imza attınız. Bu nasıl oldu?
Dries Van Noten Villa Eugénie adındaki bir moda yapımcısı aracılığıyla bizimle iletişime geçti. Dries ile çalışmanın ve podyum için halı tasarlamanın en güzel yanı işimin çok fazla ilgi görmesi ve inanılmaz deneyimlerin yaşanacak olmasıydı.
Gelecekte ne gibi planlarınız ve projeleriniz var?
Son çalışmam olan An Artist Window’s projemi Atina’da sergiliyorum ve sonrasında da muhtemelen Londra’da. Temmuz’da Domaine de Boisbuchet’te bir workshop düzenliyorum ve bu yılın sonu için Seoul’de bir işimi sergilemek için davet aldım. Bazı çalışmalarım da sanat fuarları ve başka sergilerde yer alacak.