Geçtiğimiz aylarda yepyeni bir mekâna kavuşan Fem Güçlütürk’ün projesi Labofem, yoğun iş temposunun sıkıcılığından kaçıp bitkileri daha yakından tanımak için harika bir fırsat sunuyor.
Hazırlayan Naz İREPOĞLU Fotoğraf Kadir AŞNAZ
Birkaç senedir sadece internet üzerinden satış yapan Labofem’in küçük bir serayı andıran yeni mağazasını ziyaret ederek merak edilenleri Fem Güçlütürk’e sorduk.
Bu serüven nasıl başladı?
Bütün evlerim teraslı olduğu için zaten senelerdir bir bitki saplantısı vardı bende. Hatta genelde balkonlar küçültülüp içeri alınırken, ben her taşındığım evin içini küçültüp balkonunu büyüttüm. Gittiğim evlerde de hep teras öncelikliydi fakat işim dolayısıyla bütünüyle işin içine giremiyordum; her zaman Excel tabloları ve kitaplarla iç içeydim. Bundan bir buçuk sene önce bir Kopenhag seyahati yaptık; Airbnb ile gitmiştik ve sanatçı bir kızın küçücük, camlı evinde kaldık. Ev sahibi çok güzel seramikler içinde bitkiler yetiştiriyordu. İçimden, bu kadar ışıksız bir yerde, bu bitkiler azimle ve çok şık bir biçimde yetişirken, biz neden benzerini yapmayalım diye düşündüm. Çünkü biz burada ya yapı marketlerden bir şeyler alıyoruz ya da seradan bitki alıyoruz ama birçoğunu tanımıyoruz; sadece genel geçer bilgilere sahibiz. Bir şeyi de yapınca iyi yapmak istediğim için bu işe her şeyi ile giriştim. Hem bahçıvanlıkla hem de kaktüs ve sukulent gruplarıyla ilgili birkaç eğitim aldım. Bu iş için bitkinin toprağından biyolojisine kadar her şeyini öğrenmek istedim ve hala da öğreniyorum. Örneğin, büyük saksıda küçük köklü bir bitki olmamalı veya bitkiyi gölgeye koymamalı, gibi. Bitkilerin ihtiyaçlarına göre doğru saksı eşleşmelerini bulmaya çalışıyorum ve bu, hem estetiğini hem de sağlığını ilgilendiriyor. Dolayısıyla bitkileri, doğru eşleşmeleri ile ve bakım kartlarıyla veriyoruz. Bu işin içine girdiğim zaman kendi kendime dedim ki, ben artık bu işi yapmak istiyorum ve bu işten keyif alıyorum. Labofem işte böyle kuruldu. Geçtiğimiz Ocak ayında da dükkânımızı açtık.
İşler nasıl ilerliyor? Siparişler nasıl bir süreçten geçiyor?
Biz birkaç senedir internetten satış yapıyorduk ve işleri evden yürütüyordum. Fakat evde bu işin sonu gelmedi ve yer kalmadı. Onun için bir mekân açmayı düşündüm. Burası zaten bize ait bir mülk ve bu iş için biçilmiş kaftan çünkü evimin bahçe versiyonu gibi… İsteyen buradan gelip alabiliyor veya bana soruyorlar, ben de olasılıkları telefon üzerinden gönderiyorum. Sanki kız verir gibi, müşterilerimize, alacağı bitkiye dair detaylı bilgiler soruyoruz. Doğru bitkiyi önermek adına bitkiyi satın alan kişiden başka evde ona bakacak kimse var mı, sık sık sulanıyor mu, çok sık tatile gidiyorlar mı, kedi köpek veya çocuk var mı gibi bir ön sohbet yapıyoruz. Bir grup ise hiç böyle bir şeye girmeden internetten sipariş edip alıyor ama her durumda ürünler yanında bakım kartıyla gidiyor. Yani hem bitkinin cinsine özel hem de o bitkinin nasıl bakılacağına dair detaylı bilgiler veriliyor.
Yaratıcılığınız, bitki yetiştiriciliğinde ne kadar rol oynuyor?
47 yaşındayım ve bu yaşıma kadar deneyimlediğim, gezdiğim tüm sergilerin, okuduğum tüm kitapların, dinlediğim tüm müziklerin bunun içinde etkisi var. Her şeyden önce annem yüksek mimar ve çok eskiden beri, her zaman kendi dönemimize göre özgün evlerde oturduk. Dolayısıyla geçmişten gelen bir estetik merakı söz konusu. Bütün bunların sonucu, beni ben yapan hangi özellikler varsa hepsini bitkilere yansıtıyorum.
Mekânda atölye çalışmaları da yapılıyor mu?
İlerleyen zamanda bitkilerle seviyeli bir ilişki nasıl sürdürülür gibi bir atölye çalışması yapmayı planlıyorum. Genel olarak evin içinde barındırdığımız bitkilere iyi bakabilmenin, aldıktan sonra da onları mutlu etmenin ve karşılıklı mutlu olmanın tekniklerini öğretecek bir atölye çalışması olacak.
Labofem’in müşterilerine başka ne gibi hizmetler sunuyor?
Örneğin güzel bir saksısı var ama içine ne koyacağını bilemiyor veya nereye koyacağını bilmiyor. Biz buradan bitki seçip verebiliyoruz. Yine hasta bir bitkisi var ve bu bitkiyi kurtarın diye bize geliyor. Biz de düzelmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Bunun dışında düğün organizasyonları veya mekân tasarımları için de bitki veriyoruz.
Son dönemde hızla gelişen bitki konseptinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Özellikle son zamanlarda yeşile olan ihtiyaç ve önem, Türkiye’de tekrar gündeme geldi. Bu bitkiler de artık yurt dışından kolaylıkla gelebiliyor. Eskiden daha az çeşit ve daha geleneksel türler bulunuyordu; şimdiyse birçok yerde değişik türler bulunabiliyor. İnsanlar bu sıkışmışlığın içinde kendilerine güzel ve sağlıklı bir hayat diliyor ve özellikle bu tip kalabalık şehirlerde herkes kendine bir yer açmaya çalışıyor. Bu nedenle bu tip bir konseptin geriye gideceğini düşünmüyorum. Ama tabii ki bazı furyalar da yok değil. Örneğin teraryum 1800’lü yıllarda da modaydı, bir dönem düşüşe geçti. Her işte olduğu gibi bunda da inişler çıkışlar olabilir ama bir temele oturur diye düşünüyorum. Benim de işim tek bir bitkiyle değil, tüm iç mekân bitkileriyle alakalı olduğu için mutlu olduğum ve mutlu edebildiğim sürece benim için yeterli.
Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Tabii zorluklar oluyor. Bir bitkiyi tembih ederek veriyoruz, iki ay sonra “biz buna nasıl bakacaktık?” diye telefon geliyor veya bakım kartını unutuyor. Bitki çürüyebiliyor, dolayısıyla biz de üzülüyoruz. Ben bitkilere bir ay garanti veriyorum ki başına bir şey gelir mi diye endişe etmesinler. Her zaman da, destek için bir telefon kadar yakınım. Can sıkıcı bir şey olmuyor çünkü bana gelen müşteriler belli bir bilinçle geliyor. Burası yol üstünde geçilip gidilen bir yer de değil. Dolayısıyla uzun soluklu bir ilişkimiz oluyor. Kısacası güzel yanları, zorluklarından çok daha fazla.
Gelecek için ne gibi projeleriniz var?
Geleceğe dair hiçbir projem yok. Beni ne, nereye götürürse ve canım o anda ne isterse ona göre hareket ediyorum. Ama şunu da biliyorum ki bitkilerden uzak bir yerde olmayacağım.