Galata’nın ara sokaklarından birinde, eski bir pasajın içinde gizli saklı, ufacık bir atölye- showroom’da buluyoruz kendimizi. Tuğla duvarları, ahşap zemini ve yerdeki dekoratif beyaz taşlarıyla doğal görünümlü, samimi bir mekân duruyor karşımızda. Banu Kent’in doğadan ilham alarak tasarladığı takılarıyla oldukça uyumlu olan bu mekânda vakit geçirmek bizi de çok mutlu etti. Hala buraya gitmediyseniz, en kısa zamanda “Der Liebling”i keşfedin!
Biraz sizi tanıyalım. Nasıl girdiniz bu işe?
Aslında ben tekstil mezunuyum. Amsterdam’da yaşarken orada satın almacı olarak çalışıyordum. İstanbul’a döndükten sonra mesleğimi bir süre devam ettirdim. Kapalıçarşı’da bir ustayla tanıştım ve bana kuyumculuğu öğretmeye başladı. İşte o günden beri bu işin içindeyim. Yaklaşık üç sene önce bu iş dışında her şeyi geride bırakıp “Der Liebling”i kurdum.
“Der Liebling” ismi nasıl ortaya çıktı?
Yarı Alman, yarı Türk’üm. “Der Liebling” Almanca’da sevgili, sevilen kişi anlamına geliyor. Markamın ismini belirlerken Alman kökenimle bir ilişki kurmak istedim.
Tasarımlarınızdan bahseder misiniz biraz da? Mesela malzemelerinden…
Doğadan ilham alıyorum takılarımı tasarlarken. Yarı değerli taşalar ve doğal taşlar kullanıyorum. Bunları fazla işlemeden pirinç ve gümüşle birleştirmeyi seviyorum. Böceklerle yaptığım bir koleksiyon var. Bu koleksiyonu da her sene ufak değişiklik ve yeniliklerle devam ettiriyorum. Turkuaz ve ametist ise en çok kullandığım taşlardan…
En çok hangi takıyı tasarlıyorsunuz?
“Ben olsam ne takarım” diye düşünerek yapıyorum tasarımlarımı. Yüzük ve kolye takmayı çok sevdiğim için en çok bunların üzerinde çalışıyorum. Tabii yaptıklarım sezona göre de değişiklik gösteriyor.
Dekorasyona yönelik aksesuarlar da tasarlamaya başladınız. Bu fikir nasıl çıktı?
Aslında yine kendim için yapmak istediğim şeyler bunlar. Biraz araştırma yaptıktan sonra yurt dışından ve yurt içinden tedarik ettiğim malzemelerle ortaya çıktı bunlar. Deniz kabuklarını sukulent olarak değerlendirdim. Hayvanat bahçelerinden bulduğum tüyleri de çerçeveleterek tablo haline getirdim. Bu tüyler hayvanlar öldürülmeden elde ediliyor. Buna çok dikkat ediyorum. Ev koleksiyonu da böyle oluştu yani… Türkiye’de görmediğim, bulamadığım objeleri “ben niye yapmayayım” diyerek yola çıktım ve oldu!
Ev koleksiyonun devamı gelecek mi peki?
Tabi, çok fikir var aklımda. Devamı gelecek bu koleksiyonun, ama şimdilik beklemedeyim. Öncelikle bu koleksiyona dair tepkileri merak ediyorum ve onları takip etmek istiyorum.
Tasarımlarının satışını nasıl yapıyorsun?
Kendi web sitem üzerinden online satış yapıyorum. Bunun dışında birkaç konsept mağazaya da vermeyi düşünüyorum takılarımı.
Burayı nasıl buldun ve sen mi dekore ettin?
Yeri şans eseri buldum. Benden önce burası hep bir çiçekçi olarak kullanılmış. İlk gördüğümde buraya aşık olmuştum zaten! Dekorasyon da kendiliğinden ortaya çıktı aslında. Burası bomboş bir alandı, yıkık dökük haldeydi. Mekânın eski halini korudum mümkün olduğunca. Gördüğünüz gibi çok eski olmalarına rağmen camları bile değiştirmedim. Yere bu beyaz taşları koydum.
İnsanların seni kısa sürede tanımasında en çok neyin payı var sence?
Bence en çok sosyal medyanın gücü sayesinde tanındım. Burayı da o şekilde buluyorlar. Kimi yaptığım büyük, gösterişli takılar için geliyor buraya, kimi ise kolay takılabilen, küçük parçalar için.
Blogger’larla iş birliği yapıyor musun peki?
Tarzımla uyumlu isimlerle iş birliği yapmayı seviyorum. Bir şekilde birbirimizi buluyoruz zaten. Beğendiğim bir blogger, bir fotoğrafçı ya da stil danışmanı varsa, ona ben mail atabiliyorum. Her şey reklam olmamalı. Beraber bir şeyler yapabilmeliyiz.
[imagebrowser id=1771]