Yaptığı röportajları birer kere okuduğumu neredeyse hiç hatırlamıyorum. Aklıma kazırcasına, en az üç beş defa üzerinden geçtiğim o satırlar, zamanla hafızalardan yitip giden, birbiri ardında dizilmiş cümlelerden çok uzak; her biri beni bambaşka hikâyelerin içine çekiyor. Kişinin yaşamından kesitlere yer vermiyor gazete sayfalarında Ayşe Arman; düpedüz bir ömrü taşıyor oraya, her yazısının sonunda yeni bir karakterle tanışıyoruz, onu her yönüyle benimsiyor, hayatımıza alıyoruz. En sevdiğim yanı da bu ya, bize merak edecek bir şey bırakmıyor! Uçsuz bucaksız hayal gücü ve çocuksu ruhu ile ortaya koyduğu işlerde kusur yok bana göre, röportajcılığın adı o sanki Türkiye’de! Herkes ona anlatıyor, çünkü o da kendisiyle ilgili hiçbir şey saklamıyor. Olduğu gibi Arman; çılgın, romantik, âşık, öyle görünmese de bence fazlasıyla utangaç. Çalışma alanı da aynı onun gibi; renkli, oyuncaklı, karışık, uçarı, çocuksu… Orman manzaralı bembeyaz odada anahtar kelime: mutluluk! Her yer “sevgilim” diye hitap etmekten hiç vazgeçmediği kocası ve kızının fotoğrafları ile dolu. Çalışırken aklına esince kanepeye uzanıyor, kapıyı açıp ormana dalıyor. Kendini “tam bir kırtasiye manyağı” olarak tanımlıyor, tüm araç gereçlerini gözünün önünde istiyor, “masam geniş olsun, kütüphanem ve müziğim olsun” diyor. Her yerde yazabiliyor ama orası onun kozası, kozasına girmeyi seviyor. Çalışırken kendisini motive eden unsurları soruyorum, “Ömer’in gelip ensemden öpmesi, Alya’nın ‘anne, bugün ne oldu biliyor musun?!’ diye paldır küldür içeri dalması…” diye cevap veriyor ve ekliyor: “Biricik tavşanımız ‘Hımmm’ iki senesini burada geçirdi, şimdi çiçeklerle kaplı mezarı bu odanın altında, onun yakınımda olduğunu bilmek mutluluk veriyor.” Onlarca anıyı canlı tutuyor orada; kocasıyla kızının el emeği göz nuru hediyeleri, resimler, albümler, kartlar, sevdiği objeler… Hikâyesi olan her şeyi seviyor ünlü gazeteci, buna insanlar da, tasarımlar da dâhil. “Başka türlüsü beni sıkar, kaçasım gelir. Yaptığım röportajlarda da hikâyesi olan kişileri tercih ediyorum, öbürleri yavan oluyor. Benim için dekoratif bir obje ya da iyi bir fotoğraf, iyi bir resim pahalı bir ayakkabıdan, çantadan daha heyecan verici” diyor ve devam ediyor: “Bir sürü insanın evine gidince de, ‘ben şu rengi değil, bunu kullanırdım. Şu malzemeyi değil, bunu…’ diyorum. Bana yapboz yapmak gibi geliyor ev döşemek. Evler yaşıyor, belli aralıklarla onları yenilemek gerekiyor. Bir kat boya, döşemelerin değişmesi, yastık yüzlerinin yenilenmesi… Seviyorum bu işleri, liste yapıyorum. Evle uğraşmak benim için terapi.” Anlata anlata bitiremediği ustalarının desteğiyle tamamen kendisi yaratmış yaşam alanını. “Fahrettin Usta’ya her yeri beyaza boyattım. Bir de aynacı Zeki Evin vardır; Zeki Usta benim kanatsız meleğim, bugüne kadar kaç evde yaşadıysam hepsine ayna yaptı, tavana bile yaptığı oldu, deli olduğumu bilir. İkimiz de aştık kendimizi… Dergilerden koparttığım sayfalardan fikir alarak birlikte yaptık bu evi. Bana marangoz da, döşemeci de buldu, İMÇ’ye de gittik beraber. Bahçe için de Boom Room kızlarından yardım aldım, müthiş bir iş çıkardılar. İkisi de yemin ederim sihirbaz!”
[imagebrowser id=1595]