Ana SayfaHayatın İçindenMehmet Turgut'un evine konuk olduk

Mehmet Turgut’un evine konuk olduk

106 senedir fotoğrafçı bir ailenin çocuğu Mehmet Turgut. Biraz bu sebepten, biraz da onca koşturmacanın, hızın içinde arada durup yavaşlamayı, tatlı sohbetlere dalmayı, kenara çekilip etrafına bakmayı bilen bir adam olduğundan herhalde, herkes bir başka görünüyor onun objektifinden. Bu ay ise sıra bizde. Biz kendi objektifimizden onu ve mekânlarını izliyor, yaşamına dair ipuçlarının peşine düşüyoruz.

Ne kadar zamandır yalnız yaşıyorsun?

Altı senedir tek yaşıyorum, bu ev de İstanbul’daki ilk evim. Daha önce Ankara’daydım. Daha önce İstanbul’da iki mekân olmuştu ama onları home-office olarak kullanıyordum. Burada sade bir yaşamım var.

Bir Ankaralı olarak İstanbul hayatına alıştın mı peki?

Bence İstanbul’a alışmaya çalışırsan kaybolursun. İstanbul’a ayak uydurman değil de kendi İstanbul’unu yaratman gerekiyor; kendi kalp ritmine göre. Tutup da tersini yaparsan ki çok örneğini görüyoruz, deforme oluyorsun. Bir anda çok tanınıp çok iş yaparsın, bir anda da söner gidersin. Bir gün her şey tepetaklak olsa benim için, ben üç sene kaybolup, deniz kenarında bir kulübede bir süre yaşar, acayip bir sergiyle tekrar dönerim buraya. Mesleğimin böyle bir avantajı var, daha az riskli. Mesela Ankara’ya dönüp küçük bir stüdyo açar sanat fotoğrafları çekip akşam rakımı içer yaşarım. Bu, bence insanı hayata karşı dik tutan şey. Hayır deme özgürlüğün var. İçine sinmeyen işi çekmiyorsun veya bir sete gittiğin zaman kimseye el pençe divan olmuyorsun. Sıfıra dönme noktasını birkaç kere tatmış bir insan olarak bunun özgürlüğünü yaşıyorum.

Etrafında en çok hangi objeleri görmeyi seviyorsun?

Dünyanın en renkli hayatlarından birini yaşıyorum, işim dolayısıyla çok hızlı. Evime gittiğim zaman bir şeyler üstüme gelmesin istiyorum. Sakin ve huzurlu olmak istiyorum. Bazen hiçbir şey yapmadan bile duruyorum öylesine, dinleniyorum. Evde dekorasyonu biraz daha minimal ve konfora önem vererek yaptım. Bahçem var çok vakit geçirdiğim. Arada kalabalık barbekü partileri yapıyorum. Hayatta en sevmediğim şey yalnız kalmaktır. Üç kardeştik, ben en küçüktüm. O sebeple yalnızlığa alışkın değilim.

Özellikle yaratıcı bir iş yaptığını düşünerek soruyorum, nelerden besleniyorsun bu hayatta?

Hani vardır ya “operadan, tiyatrodan, kitaplardan besleniyorum” klişeleri… Bende öyle bir şey yok. Zaten oldukça karmaşık bir hayatım var, oldukça fazla hikâye barındırıyor bu karmaşa. Hayatım boyunca böyleydi. Bu hikâyelerin hepsi bana fotoğraf olarak geri döndü. Benim ilham kaynağım kendi hayatım oldu yani. Başkalarının hayatlarından beslenmektense kendi hayatımdan beslendim ben. Kendi romanımda başrol oynayıp hikâyemi de kendim yazdım. Çocukluktan gelen bir şey… Toparlayıcı bir yönüm var. Ben hep etrafımda topladım, organize ettim insanları, birlikte eğlenmek, yaratmak ve üretmek için…

Peki, hayalinde başka bir meslek olmadı mı hiç? Baba mesleği fotoğrafçılık yakın bir ihtimalmiş zaten…

Açıkçası öyle çok büyük hayalleri olan bir adam olmadım. Hep doğru yerde doğru zamanda bulundum ve hep doğru bir adam olmaya çalıştım. İnsanların sevdiği… Çok da şanslıyım ayrıca, bunu da reddetmiyorum.

Dışarıdan çizdiğin imaj da o, sohbet adamı, sevilen, aranan…

Evet öyle ama boş sohbeti de sevmem ki o da işin püf noktası. İki grup arkadaşım var. Bir kendi yaşıtım grup, partilere, Rock konserlerine gittiğim… Bir de kendimden oldukça büyük yaş grubundan arkadaşlarım var. Aydın Boysan, Haldun Dormen, Banu Zeytinoğlu, Halil Ergün, Mustafa Alabora gibi isimler… Onlar da benim ailem gibi; kişisel gelişimimde, kendi içsel yolculuğumda beni acayip besleyen, ruhen ve fiziksel olarak beni bir forma sokan insanlar.

Etrafında süper kahramanlar ligini toplamış gibisin!

Organik bir şekilde bir araya geldik aslında. Hayat da hep böyledir ya… Aynı model insanlar bir araya geliyor. Hani Harley Davidson’cılar, Volkswagen’ciler bir araya gelip festival yaparlar ya, onun gibi bir şey.

Bu aralar neler yapıyorsun?

Çağla Cabaoğlu ile bir karma sergi yaptık. Daha sonra da Contemporary İstanbul’da büyük bir işim sergilendi yine Çağla Cabaoğlu Galeri’de. TV programı başlayacak bu aralar. Hatalarımı gördüm, daha farklı bir iş ve Mehmet Turgut olacak ekranlarda. Çeşitli markalarla yaptığım lansmanlar olacak. Reklam işleri de devam ediyor bir yandan. Oradan para kazanıp sanata ve dergime yatırıyorum tabii. “46” artık üç sene sonunda, dijital yayında. Dergi appstore’dan ücretsiz olarak indirilebiliyor.

Bir gün bir derlemesi olur mu “46” dergisinin? Toplama bir kitap mesela?

On sene sonra olur belki, kapaklardan, çekimlerden… Bugüne kadar 200’ün üstünde konsept çekim yapmışım dergi için. Hepsinin metinleri, röportajları da hazır üstelik!

Bu yüksek tempo içinde, bir gün bu işi bırakıp başka bir şeyle uğraşacağım dediğin bir kaçış noktan ya da bir hayalin var mı gelecek için?

Şu anda 36 yaşındayım. 50 yaşına kadar insan vücudunun ve beyninin çok dinç kaldığını düşünüyorum. Aktif olarak 50-60’larıma kadar çalışabilirim bence. Benim babam 75 yaşında ve hâlâ aktif olarak çalışıyor, fotoğrafçılık yapıyor. Belli bir dönemden sonra sadece yaptığım işleri sergilemek ve satmak üzerine bir iş hayatı hayal ediyorum tabii.

Hazırlayan Seda TÜREN Fotoğraf Burak TEOMAN

[imagebrowser id=1412]

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

SON YAZILAR

BENZER YAZILAR