İki yüz elli yıl önce inşa edilmiş bir şeker fabrikasının en üst katındayız. Eskiden fabrikanın şeker deposu olarak kullanılan bu mekân, Uxus Design tarafından dekore edilerek dramatik bir loft’a dönüştürülmüş. Bu görkemli dönüşümün ilham verici hikâyesinin peşine düştük.
George A. Gottl, Erika J. Gottl ve Oliver J.P. Michell’in ortaklığıyla kurulan Uxus Design, Amsterdam’ın en büyük tasarım firmalarından biri. Dünyanın dört bir yanında farklı projelere imza atan Uxus’un dekore ettiği Amsterdam’daki loft, firmanın “sanat, tasarım ve şiir”den oluşan felsefesini özetliyor. Bu firma tarafından dekore edilen 270 metre genişliğindeki loft, Amsterdam’ın ünlü kanallarından biri üzerinde yer alan tarihi bir binanın en üst katında bulunuyor. Şehrin panoramik manzarasını ayaklar altına seren bina, şeker fabrikası olarak kullanılmak üzere 1763 yılında inşa edilmiş. 250 yıldır sürekli orijinal mimarisine sadık kalınarak renove edilen binanın en üst katı depolama alanıymış. Ev sahipleri hem binanın hem de şeker fabrikasının hikâyesini korumak amacıyla, mümkün olduğunca küçük müdahalelerle evlerinin dekore edilmesini istemişler.“Bizden tarihi dokuyu koruyarak hayallerindeki evi hazırlamamızı istediler. Dekorasyonda hiç zorlanmadık. Çünkü ev sahiplerinin ilginç bir sanat koleksiyonu vardı. Bu eserleri antika mobilyalarla harmanladığımızda da ortaya dramatik bir dekorasyon çıktı” diyor Erika J.Gottl ve ekliyor: “Şirketimizin felsefesini üç kelime ile özetleyebiliriz: Tasarım, sanat ve şiir. Tasarım işlevi, sanat anlamı, şiir özü ifade ediyor. Bizim için dramatik tarz, ilk kez deneyimlediğimiz, keyifli ama bir o kadar da zor bir tasarım süreciydi, ama ekip olarak yaşadığımız heyecan, tüm zorluklara rağmen şiirsel bir deneyimdi.”Erika’dan sonra eşi George A.Gottl, Amsterdam’ın en eski binasının ilham verici bir loft’a dönüşmesinin hikâyesini içeren bir söyleşi yapıyoruz.
Ev sahipleriyle işbirliğiniz nasıl başladı?
Hollanda’nın en büyük şeker fabrikasına ev sahipliği yapmış, tarihi bir bina burası. Fabrika 1983 yılında büyük bir grev sonrasında iflasını ilan etmiş ve birkaç ay sonra da kapanmış. Sahibi, işçilerine tazminatlarını ödeyebilmek için tüm makineleri sattığından, fabrikayı kimseye devredememiş. Birkaç ay sonra da binayı, dans okullarına ve ressamlara hiçbir ücret almadan kullandırmaya başlamış. Tek şartı kullanıcıların binanın renove edilmesini sağlamalarıymış. Bu sebeple Amsterdam’daki 200 yıllık binalar arasında hem içi hem de dışı ilk günkü kadar iyi durumda olan tek bina burası olmuş.
Fabrikanın sahibi vefat ettiğinde çocukları binayı satmaya karar verdiler. Hollanda yasaları gereğince tarihi binaların yıkılması yasak, her yıl renove edilerek tarihi değerlerinin korunması gerekiyor. Satış öncesinde ve sonrasında binanın renovasyonunu biz yapmıştık. Binanın en üst katını satın alan çift, tasarımlarımızı çok beğendiklerini ve satın aldıkları loft’un dekorasyonunu yapmamızı önerdiler. Sanat koleksiyoncusu olan çiftle görüşlerimiz ve fikirlerimiz de uyuşunca ortaya muhteşem bir loft çıktı.
İlk toplantımız hâlâ aklımda… Saatlerce sürmesine rağmen hiç sıkılmadan yeni fikirler üretmeye devam ettik. Bizim için bütün projelerimiz önemlidir, ancak keyif alarak yaptığınız işler asla unutulmazlar.
Ev sahiplerinin istekleri nelerdi? Siz bu isteklere nasıl cevap verdiniz?
Ev sahiplerinin tek isteği, 250 yıldır orijinal haliyle kalmış olan binanın küçük müdahalelerle dekore edilmesiydi. Genellikle eski fabrika binalarını satın alanlar açık alanların duvarlarla bölünerek odalara dönüştürülmesini isterler. Yatak odası, mutfak, banyo gibi alanlar için bu işlem çoğu zaman gerekli görülür. Bazıları farklı önerilere ve projelere açık olmazlar. Biz bu konuda çok şanslıydık. Projemizi sunduğumuzda ev sahipleri bizimle aynı heyecanı duydular. Elimizde 270 metrekare genişliğinde bir açık alan vardı. Bu alanı odalara bölmek için İtalyan keteninden tasarlanmış perdeler kullandık. 1763 yılından kalma sütunlar ve kolonlar da bize odaların yerlerini belirlemede yol gösterdi. Kolonların arkasına sakladığımız kornişlere perdeleri asıp odalarımızı oluşturduk. Ev sahipleri ihtiyaçlarına göre açılıp kapanabilen bu perdeleri gördüklerinde çok beğendiler. Banyo ve mutfakta bile perde-oda uygulamasını kullandık. Bu uygulama loft’un hem dramatik hem de eklektik tarzını pekiştirdi.
Dramatik tarzı siz mi ev sahiplerine önerdiniz yoksa onlar mı bu tarzı istediler?
18. yüzyıldan kalma sütunlar ve kolonlar, dramatik dekorasyon tarzını seçmek için bize ilham verdi. Binanın tarihi yapısı ve konumuna baktığımızda aslında çok da doğru bir karar aldığımızı görebiliyorum. Ev sahipleri dekorasyon sürecinde bize çok karışmadılar ama yaptığımız toplantılar esnasında binanın anlattığı tarihi hikâyeyi evlerinin de anlatmasını istiyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, ben ilk başlarda bu tarzın biraz karanlık ve bunaltıcı olduğunu düşünmüştüm, ancak dekorasyon tamamlandığında, loft’un eklektik ve şiirsel bir tarzı olduğunu gördüm. Artık gözlerimi kapattığımda bana bir hikâye anlatabilirdi.
Dekorasyon hakkında bilgi verebilir misiniz?
Evin mimari yapısı nedeniyle antika ve vintage mobilyalar kullanmaya özen gösterdik. Bu sayede evin geneline baktığınızda kendinizi 18. yüzyılda hissedebiliyorsunuz. Salon ve yemek odasında kullandığımız modern mobilyalara gelirsek… Dramatik ve hüzünlü görüntüyü dengelemek için modern dokunuşlar katmak gerektiğini düşündük. Tüm açık alanlardaki tuğla duvarlar beyaz renge boyanırken, yatak odalarında ve banyoda mavi-gri renk boyalar kullandık. Zemin ise mekânın eklektik tarzını destekleyen, 1970 yılında tasarlanmış Fransız kestanesi parkelerle kaplandı. Açık alanları ayırmak için kullandığımız dökümlü perdeler, ahşabın sıcaklığına sofistike bir dokunuş katmak için açık gri renkte seçildi. Ev sahiplerinin sanat koleksiyonundaki bazı ürünleri evin çeşitli yerlerine yerleştirerek mekâna hareket ve eğlence kattık.
[imagebrowser id=1048]